20 Kasım 2011 Pazar

İnsanları siktir edeli çok olduda hayata bile güvenmemek gerektiğini anlayan bi insan için "hayatın sadece güvenle daha mutlu yaşanacağını" anlamış bi insan olmak ne kadar zor; farkettiniz mi ?
Kendin olamıyorsun bi' kere.. Herhangi birşeyler senin sen olmanı engelliyor,bir başka hale bürünmen için sana savaş açıyor resmen. Kim değişmeli,neyi değiştirmeli,neyi hayatından çıkarmak zorundasın ve kapılarını kime açmalısın bu bile tam bir muamma. Hiçlikle olmuyor; bir hiç olarak hiç birşeyi ve hiç kimseyi kendine dahil etmemek gibi bir şansında yok işin kötüsü.
Varlığımı beni bana veren,yada bana beni veren Allah'a armağan! etmeye çalışmamı bile engelliyor birşeyler.Kimler? 5 para etmez ve şuan bile hala vaktimi çalan bi kaç değişik şey,olay,insan.
Kendimi anlatma çabalarım,kanıtlamaya çalıştıklarım,inandırmak için direnmelerim için çok pişmanım.Bana bunca zaman kim birşeyleri inandırmak için didindi ki ? Herkes gerçekten,gerçek sandığı yolda dimdik ve kararlı adım adım ilerliyorken,benim gerçekten gerçeği bulmuşken o gerçekten bile bile isteye isteye ve futursuz adım adım gerilemem çok acı.Hiç kimse bilmiyor göremiyor ve farkedemiyor ama inandığımız şeylerin bayrağını dalgalandırmak adına çok acımasız ezip geçiyoruz insanları. Değse bari..
Hani sevgim çok değerliydi diyorum bazen. İnsanın sevgisinin bile değersiz hale gelmiş olması daha beter.
Her gidenin ardından derin düşüncelere dalıp dalıp "ben nerede yanlış yaptım" demek yıkıcı. İnandıklarımı almasınlar benden,paramı alsınlar,kişiliğimi karakterimi alsınlar,canıma kastetsinler,mutluluğumu alsınlar ama bunu inancımı çalarak yapmasınlar.İnandıklarım,kararlılıkla inandıklarım beni yeryüzünde mutlu edebilen tek şey.Herşeyin cevabı bir bir aklımda bağırıyorken bildiğim cevapları susmak da kötü.
Milyonlarca insandan sadece bir tanesi olarak,hiç kimsenin umrunda olmayışımın umurumda olmayışı bu gece için kötü..
Marifet hataların kıyısından dönmek değil,hata ile göz göze bile gelmemekmiş.Hata gözüme pis pis sırıtırken alıp onu koynuma bile bile sokmam kötü.
Acımamı kaybediyor olmam kötü.Ağlayamıyor olmam kötü.
Beni benden alabilen şeylerin bir başkası için sadece merak konulu bi dedikodu olması kötü.
İnsanı insan yapan değerlerin toprağın altındakilerle gitmiş olması kötü."yerini hatırlamak" deyişi çok kötü..
Ölene kadar zaten sahte olan gülüşlerinin bile yarım yamalak olacağını bilmek çok kötü.
İnsan olmak çok kötü.İntiharın bedelinin cehennem olması en kötüsü hele.
Benim bu dünyada işim ne? En güzel duam ; En kısa zamanda,yüreğimin biraz temiz olduğu bi anda müslüman olarak bu dünyadan çekip gitmek.Zaten gideceksek,gerçekten uzatmanın anlamı yok.
Duymuyor mu?Kesinlikle duyuyor;o zaman duama karşılık verecek.

29 Ekim 2011 Cumartesi

Azcık rengimizi belli etsek ' bu yobaz kaçın!' derler. Kim,nerede,ne zaman,kime göre neye göre neden yobaz?
'Geri kafalı' durumları tabi ki söz konusu olabilir ama bunu sadece müslümanlara isnad etmek nereden icab etmiş derinlere inmek gerek aslında.. Aslında herşey çok yüzeysel,benim gözümde yani. Çok basit.  İki kere bilmem kaçın cevabını ezberden verebilmek kadar açık herşey. Bir yahudi efendime söylicem bir hristiyan müslüman olduğunda piyasada 'islam evrensel bir din,aman efem ne güzel bir din,her tip insana kollarını açan bir din' nidaları diyarları sarsada,bir bedeviye müslümanlığı yakıştıramayan,araplara bakıp bakıp islamdan adeta tiksinen yine bizim belediye çöplüğünden farkı olmayan cahil toplumumuz. Görüyoruz ki yobazlık,taassup ve geri kafalılık  sadece biz şeriatçılara has bir durum değil.
Yıllardır okumaya çalıştığımız kitaplarda insanlar çarşaf çarşaf  'Allah'ın birliğini ve hakimiyetin yalnızca ona ait olduğunu ifade eden sözlerden hoşlanmamak şehadeti bozar' ve 'kuran sünnet ve müslümanlarla alay etmek imanı tehlikeye sokar'  diye Emr-i bil maruf nehy-i anil münker yapmaya çalışsalarda,bu herkes tarafından gizlenmiş,hakkı söylemeye herkes korkmuştur. Değil mi ama? Din diyosun,yani ne bileyim böyle affedecek Allahtır tabi ki ,biz hırsızlıktan ve hakka girmekten korkan insanlar olarak cenneti almamız muhtemel.Hem öyle neymiş ya bişey söylüyosun kafir oluyorsun,böyle din mi olur!
İşine geliyorsa demez İslam, der ki 'La ikrahe fiddin' Dinde zorlama yoktur. 'La ikrahe fiddini gad tebeyyenar rustuminelgay femeyyekfur' Dinde zorlama yoktur AMA hak ile batıl birbirinden ayrılmıştır.
Hududun kavram manasını bilen insan çok daha net anlayabilir hak ile batıl arasındaki çizgiyi.
'İman ve itikad arası yapılan hiç bir amel kabul değildir' derken yazarımız kuranda 'namazı boşa çıkanlar ayetinin özünü vermek istemiş sanki. Günah çıkarmaya giden bir insanın bazı günlerde de namaz kılmayı tercih etmesinden farklı bir durum değil şimdiki laiklik-müslümanlık-cumhuriyetçilik-cartçılık-curtçuluk çatışması.
Alabildiğine yobazım bugün. Anlam arıyorken kendimi çok mutsuz hissediyorum ben.Nedir bu minnet diyorum nedir? Ülkeyi kurtardılar :( 
Facebookta ' Türkiye sadece atatürkü Allah'a geri kalan herşeyi atatürke borçludur' diye grup açan yobazlar gördüm ben. İnsan olmak çok zor değil aslında,tek gecelik tohumdan ürün almak zor değil,verim almak önemli.Bir yaratılmış olarak,her işimde kendi kendime nacizane Allah'a yakaran bi insan olarak,canımı verenin o olduğunun bilincinde bir insan olarak,akşam yemeğimi bana onun yolladığını bilen bi insan olarak,şayet isterse beni kör yaratabilecekken bana göz veren,düşünebilmem için kafa beyin veren,beni istediği an öldürebilecek,tek bir ol demesi ile kıyemeti koparabilecek,toprağın altınada hükmedebilecek üstünede hükmedebilecek bir yaratıcı varken gidip bir insana bu kadar minnet bu kadar eziklik bu kadar göklere çıkarma putlaştırma nedir anlamıyorum.Çok teşekkür edesiniz varsa,arada bi sizi yaratana şükredin.
Çağa ayak uydurmak kimseyi modern yapmaz.Asıl yobaz ölmüş gitmiş aciz bi insanı bu kadar yüceleştirmek.Özgürlük adı altında ona buna köle olan her zihniyet yobazdır.Ben beni başı boş bırakmayıp her işimde mutlaka yardımını gördüğüm Rabbimi her sözümde yüceltirim.Yobazım,mutluyum.Stop.

25 Ekim 2011 Salı

‎" Din kelimesini, Allah'la kulun vicdanı arasında olan veya sırf ibadetlerden oluşan veyahut aile hukukunu kapsayan; buna karşılık hayatın diğer olaylarını kapsamayan, hayatın gerçeklerine hakim olmayan, kişileri hayatlarında serbest bırakan, onlara düşüncelerinde, tasarılarında, şuurlarında, ahlaklarında, faaliyetlerinde ve sosyal ilişkilerinde yön vermeyen ilahi bir din anlamında anlamaya hiç kimsenin hakkı yoktur.

Hayır, yalnız ahiret nizamı olan, dünya işlerini düzenlemeyi başka bir dine terketmiş, Allah tarafından gönderilmiş hiçbir ilahi din yoktur! "

‎"İslam dini, bu hayatın Allah'ın razı olacağı bir eksen etrafında ebediyyen dönmeye devam etmesi, beşer hayatının Allah'ın rızasına uygun bir çerçeve içinde kalması için ve bu hayatın, Allah'ın insana verdiği (Allah'tan başkasına kul olmamak) üstün değer ve sıfatıyla donanması için gönderilmiştir."
‎"İslâmî hareketlerin karşı karşıya kaldığı en büyük zorluk, bir taraftan Lâ ilâhe illaAllah ve İslâm'ın anlamlarını, diğer taraftan da şirkin ve cahiliyenin anlamlarını kuşatan bulanıklık, kapalılık, örtülülük ve karmaşadır.

İşte Allah'tan gelen hareketin düşmanları bu gediği çok iyi bildiklerinden bütün güçleriyle bu gediği alabildiğine genişletmek, bulandırmak, karıştırmak, karışıklığı daha bir artırmak için çalışırlar."

‎"Din, insanoğlunun yeryüzündeki bütün faaliyetlerine hakim bir hayat sistemidir. Bunun aksi de doğrudur. Yani her hayat sistemi bir dindir."



[Seyyid Kutub' / İstikbal İslamındır]

23 Ekim 2011 Pazar

Siz kendinizi çok iyi yetiştirmiş olabilirsiniz.Erken yaşta,zamanı gelince yada geç bile olsa hayatın sorumluluklardan ibaret olduğuna bütün inancınızla inanırsınız ve öğrenmeniz gereken bir çok şeyi öğrenirsiniz.Öğrendiğiniz bir çok şeyle beraber bir şey daha öğrenirsiniz ki 'öğrendiğinize kanaat getirmeyen bir anneniz olduğunu kabul etmemek için inat etmek'
Anneler dünyanın en ilginç varlıkları artık annemden sonra.O ilk defa bu sene benim annem olmuş gibi sanki..7 yıllık uzun bir ayrılığın akabinde yüzünü unutmaya yüz tuttuğum günler 'anam anam garip anam' dinlemişliğimde ağlamışlığım bile oldu yemin ederim.Tam 4 yıllık bir anne oalrak annemi çok daha iyi anlıyor olmam gerektiği düşüncesi hafif hafif kanıma işliyor derken annem yine her seferinde bir 'annelik' yapıyor..
Teknolojik bir anne bir kaç yıl önce uzaklıktan ötürü tercihti.Bahsettiğim 'yüzünü unutma günlerimde' gül yüzünü bir kaç dakika görebilmek adına kamera fikrini empoze eden o olunca,'bundan daha iyi fikirler çıkar yeaa;)' fikrine kandığım bile oldu hatta.Sabahın köründe facebook'a 'yine boktan bir sabaha uyandım' iletimin adına 'şükret kızım şükret' yorumunu yapıp uykumu kaçırana kadardı bu 'ohh annem çok çağdaş ;)' mutluluğu..
Evet..Epey anne benim annem. Benden bile anne.O tam 28 yıllık anne.
Herşeyin iyisini biliriz hastalığına yakalanmış annelerden en kötüsü.Mesela normal seviyesinde anne olanlar bulaşık yıkıyan evlatlarına teşekkür edip güzel bir tebessümle odalarına yollar diye düşünüyorum evlatceğizlerini ama benim annem tam bir anne olunca mutfağı ben çıktıktan sonra kolaçan edenlerden.Tezgahın üzerinde bulaşık sonrası gördüğü bir damla sudan 'bu ne!!!' çılgınlığı ile adeta sorun çıkarabilecek bir anne.Tam bir anne :)
Tam 35 yıl bekar hali ile anne baba evinde yaşamış bir insan olabilirsin.Ancak sanki onları 'satmışcasına' 1 yıl evli kalıp geri onların yanına dönersen sen bitişe epey yaklaşmışsın demektir.Döndüğün evin hakimiyeti artık annenindir.Onun çizgilerinin yerlerini değiştirmeyi mantıklı görüp ütülediği eteği giymek,onun bardakları koyduğu yerden bardak almak zorundasındır ve hatta elbise dolabın bile sadece bir gün içinde yer değiştirmiş olabilir.Elbise dolabının yer değiştirmiş olmasından daha vahim olan şey ise,içindeki düzenin bile değişmiş olmasıdır.O ev artık 'ikinizin' değil annenizin cumhuriyetidir..
Bu akşamki bulaşıkları yıkamaya talip olursun,samimiyetle karşılanırsın 'ohh iyi olur kızım ya' sedaları ile. Ancak o bulaşık bitene kadar hayatın boyunca hiç bulaşık yıkamamışsın ve hatta sanki kaynana testine tabi tutulurmuşcasına muamele görürsün.Anneler daha temiz bulaşık yıkar.Oysa bende anneyim!?
Anneler her zaman doğruyu bilen,acı çekmiş,bizler için babalarımıza sabretmiş insanlar olarak elleri öpülesi varlıklardır.
Anneler hasta olduğunuzada inanmazlar mesela.Sen evlatsan hasta olmaya hakkın yoktur.Bir çirkef edasında 'sen ne acımasız bi annesin ya:(' diye haykırırken eminim bir çoğumuzun aklına gelmez bile aslında 'kötü olmayı bize yakıştıramadıklarını'..
Ve mesela bir anneniz varsa hani o bulaşık sonrası tezgah üzerinde kalan bir damla suyu unutup sizin boyunuz kadar yıkadığınız bulaşıkların altında 'zaten benimde ellerim sabunlu ama' mantığına sığınarak ellerini yıkayabilir ve bundan zerre pişmanlık duymaz..
Anneniz varsa temizlemeye üşendiği koltukların altlarını her gün 'kız evladı' olarak  üşenmeden silseniz 'takık' olabilirsiniz..Anne işte..
Tüm bu çılgınlıklarına rağmen,saatlerce feysbukta okey oynayan, iletilerimi okuyup telefonla arayıp 'hahaha derya çok fenasın sil onu' diyebilen,hasta olduğuma inanmasada ilaçlarımı elleri ile getiren,boyum kadar yıkadığım bulaşıkların altında ellerini yıkayıp içime sinmediğini görünce bir daha ben mutfaktayken mutfağa girmeyeceğine dair söz veren bir annemin olduğunun ne demek olduğunu 'öğrenmek'..hissetmek..
Dünyanın en güzel şeylerinden birini daha buldum 'anne olmak' dışında.. Dünyanın en güzel diğer şeyi bir anne sahibi olmak.

16 Ekim 2011 Pazar

Şura 21

Diyanet Vakfı
ŞÛRA 21. Yoksa onların, Allah’ın izin vermediği bir dini getiren ortakları mı var? Eğer erteleme sözü olmasaydı, derhal aralarında hüküm verilirdi. Şüphesiz zalimlere can yakıcı bir azap vardır.
Yaşar Nuri Öztürk
ŞÛRA 21.Yoksa onların, dinden, Allah’ın izin vermediği şeyi kendileri için yasalaştıran ortaklar mı var? Kesin ayrıma ilişkin söz olmasaydı, aralarında hüküm mutlaka verilirdi. O zalimler var ya, onlar için acıklı bir azap vardır.
Elmalılı Hamdi Yazır
Yoksa onların şerikleri var, onlara dinden Allahın izin vermediği şeyleri meşru’ kıldılar öyle mi? Eğer o fasıl kelimesi olmasa idi aralarında huküm icra edilir, bitirilirdi ve şübhesiz ki zâlimler için elîm bir azâb vardır
İbni Kesir
Yoksa Allah’ın izin vermediği bir şeyi, dinde onlara şeriat kılacak ortakları mı var? Şayet kesin söz bulunmayacak olsaydı; aralarında derhal hüküm verilirdi. Doğrusu zalimlere elim bir azab vardır.
Suat Yıldırım
Yoksa Yüce Allah’ın izin vermediği birtakım şeyleri kendilerine din diye kabul ettirmek isteyen putları mı var? Şayet Allah’ın cezayı ertelemeye dair hükmü olmasaydı işleri çoktan bitirilmişti. Zalimlere elbette gayet acı bir azap vardır.

  
"Yoksa, Allah'ın dinde izin vermediği bir şeyi onlara kanun kılacak ortakları mı vardır?"
Kim olursa olsun yüce Allah'ın yarattığı hiç kimsenin yüce Allah'ın kanun olarak koymadığı ve izin vermediği bir şeyi kanun olarak koyma yetkisi yoktur. Kulları için kanun koyma yetkisi sadece yüce Allah'a aittir. Çünkü bütün evreni yoktan var eden ve kendi seçtiği yasalar sistemi ile tüm evreni yöneten O'dur. İnsanlık hayatı ise bu uçsuz bucaksız evren çarkında küçücük bir dişli konumundadır. Bu yüzden evreni yönlendiren yasalar sistemi ile uyuşan bir yasa hükmetmelidir insanlık hayatına. Bu ise, uçsuz bucaksız evreni yönlendiren tüm yasalar sistemini kapsayan bir bilgiye sahip bir kanun koymadıkça mümkün olmaz. Allah'tan başka herkes tartışmasız bu denli kapsamlı bir bilgiye sahip olmaktan uzaktırlar. Bu yüzden bu yetersizlikle beraber onların insanlık hayatı için kanun koymalarına itibar edilmez.
Bu gerçek olanca çıplaklığı ile gözler önünde olmasına rağmen, birçokları bunu tartışma konusu yapıyorlar veya inanmıyorlar. Halkları için iyiliği seçtiklerini ileri sürerek yüce Allah'ın koyduğu kanunların dışında kanunlar koymaya yelteniyorlar. Bunu yaparken de içinde bulundukları şartlarla, kendi kafalarından uydurdukları kanunlar arasında bir paralellik kuruyorlar. Sanki yüce Allah'tan daha çok biliyorlarmış, ondan daha iyi hüküm verebiliyorlarmış gibi! Ya da sanki, Allah'ın izin vermediği konularda onlar için kanun koyan Allah'ın dışında ortakları varmış gibi! Bundan daha çirkin bir davranış, Allah'a karşı bundan daha küstahça bir tutum olamaz.
Kuşkusuz yüce Allah, insanlık hayatı için insanın karakteri ile, öz yaratılışı ile, içinde yaşadığı evrenin doğası ve öz yaratılışı ile uyuşacağını bildiği bir yasa koymuştur. Bu sayede hem insanların kendi aralarında hem de evrende yeralan güçlerle en yüksek düzeyde yardımlaşma ve dayanışma gerçekleşir. Yüce Allah bunun için gerekli olan tüm temel yasaları koymuştur. İnsana düşen sadece genel sistemin ve çerçevesi belirlenmiş yasanın sınırları içinde hayatın değişen ihtiyaçları ile birlikte ayrıntı sayılan yeni düzenlemeler yapmaktır. Bu konuda aralarında görüş ayrılığı baş gösterirse meseleyi yüce Allah'a döndürürler; yüce Allah'ın insanlar için hayat düsturu olarak koyduğu temel yasalara başvururlar. Çünkü yüce Allah bu temel yasaları insanların ayrıntı sayılan düzenleme ve uygulamalarını ölçtükleri bir kriter olarak koymuştur.
Böylece yasama kaynağı bire indirgenmiş oluyor; hüküm tek başına Allah'a özgü kılınıyor. O, herkesten iyi hükmeder. Bu yöntemin dışındaki her girişim Allah'ın şeriatına, Allah'ın dinine, Allah'ın Nuh'a, İbrahim'e, Musa'ya, İsa'ya ve Muhammed'e -salât ve selâm üzerlerine olsun- tavsiye ettiği prensibe karşı çıkmaktır, isyan etmektir.
"Eğer azabı erteleme sözü olmasaydı, derhal aralarında hüküm verilirdi." Yüce Allah, onlara her meselenin kesin çözüme bağlandığı güne kadar mühlet verileceğine ilişkin olarak kesin bir söz vermiştir. Eğer bu söz olmasaydı, kuşkusuz yüce Allah onlara ilişkin kararını bildirecekti; yüce Allah'ın koyduğu kanunlara karşı çıkıp, ondan başkasının koyduğu kanunlara uyanları suçüstü yakalayıp en kısa zamanda cezalarını verecekti. Ne varki yüce Allah, her meselenin çözüme bağlandığı, her amelin karşılığını eksiksiz aldığı güne kadar onlara süre tanımıştır.
"Şüphesiz zalimler için can yakıcı bir azap vardır."İşte zulmün karşılığı olarak onları bekleyen bu can yakıcı azaptır. Allah'ın koyduğu kanunlara karşı çıkıp ondan başkasının koyduğu kanunlara uymaktan daha büyük bir zulüm var mıdır?
Bu yüzden zalimler bir kıyamet sahnesinde sunuluyorlar. Burada zalimler azaptan dolayı korkuyor, titriyorlar. Oysa daha önce korkmuyorlardı, hatta büyük bir küstahlıkla bu azabın bir an önce gelip çatmasını istiyorlardı. ( Fizilal-il Kuran/Seyyid Kutup)


8 Ekim 2011 Cumartesi

Bir dünya görüşü olarak tevhid


Tevhid gerçeği, bütün bir hayata, bütün bir kainata özgün bir bakış, çelişkisiz bir yorumlama biçimidir. Alemşümul olan tevhid gerçeği, hiç şüphesiz ki müslümanların dünya görüşünü de belirleyen bir gerçektir.
Müslümanların dünya hakkındaki sosyal, siyasi, eko­nomik ve iktisadi görüşleri, aynı tevhid gerçeğinden kaynaklanan görüşlerdir.
Tevhidin idrakine varan muvahhid bir müslüman, fa­lanca meseleye böyle, filanca meseleye şöyle bakmaz. Tevhidi bir bakış, bütün bir kainata aynı özden, aynı ger­çeklikten bakmaktır.
Beşeri dünya görüşlerinde ise kapsamlı bir birlik, çe­lişkisiz bir bütünlük kesinlikle yoktur. Genellikle belli sınıfların veya belli zümrelerin istek ve eğilimlerine göre şekil alan, emperyalistlerin menfaatlerine göre tanımlanan beşe­ri dünya görüşleri, kendi içlerinde dahi çelişen görüşlerdir.
Nitekim bu gibi dünya görüşlerinin sık sık tadilattan veya restoreden geçirilmesi fakat yine de belli bir müddet sonra iflas etmesi, dünya ve insan realitesiyle ne derece uyumlu (!) olduğunu göstermektedir.
İdeolojik düzlemdeki bu çelişkiler, bilimsel düzlemde de pek farklı değildir. Mesela izafiyet teorisine göre günümüzdeki gerçekler görece olup, kişilere veya Ölçüde ve ta­nımlamada merkez kabul edilen şeylere göre değişmekte­dir. Tabi ki kişilere veya odaklara göre değişebilen bu gerçekler, beşeri gerçekler olup, bu gerçeklerde birlik ve mutlakhk yoktur.
Tevhidi gerçeklikte ise böylesi ikilemler, böylesi çeliş­kiler söz konusu değildir. Herhangi bir şeyin gerçekliği bize, size veya onlara göre değişebilir. Ne var ki biz yara­tılmışların gözlemine ve tanımlamasına göre değişebilen görece gerçekler, herşeyi hakkiyle bilen Yaratıcının tanım­lamasında 'mutlak gerçek' vasfını almaktadır. Mesela za­man mefhumu, insanlara göre izafi olan bir mefhumdur. İnsanların buîundukîan mekana ve hareket hızlarına göre değişebileceği ileri sürülür. Bize göre izafi veya görece olan ve niceliği değişebilen zaman mefhumu, Rabbirnizin tanımlamasında nicesel bir mutlakiık kazanmaktadır.,
Onlar senden, azabın çarçabuk getirilmesini istiyorlar; Allah, va'dine kesin olarak muhalefet etmez. Gerçekten, senin Rabbinin katında bir gün sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir.[17]
İşte Rabbimizin beyan ettiği bu gerçek, mutlak bir gerçektir. Bu gerçeğe veya bu tanıma "Görecedir ve deği­şebilir" diyemeyiz. Çünkü bu tanım, zamanı yaratan Al­lah'ın, zamanı tanımlamasıdır. Netice olarak İlahi olan bütün meselelere, mutlak olan İlahi gerçeklikle bakılması ge­rekir. Mesela Kur'an'ı Kerim'de hesap günü denilirken, tek bir günden bahsedilmektedir. Bu hesap gününü, bize göre yirmidört saat olan bir gün gibi zannedersek, bu zan İlahi gerçeğe uygun olmaz. Çünkü zaman konusundaki mutlak gerçek, insanlar için görece olan tanımlamalar değil, Rab­bimizin tanımladığı gerçektir. Nitekim hesap gününde, bü­tün insanlar tarafından bu mutlak gerçek kabul ve tasdik edilecektir.,
Gündüzün bir saatinden başka hiç Ömür sürmemişler gibi onlan bir arada toplayacağı gün, onlar birbirlerini tanımış olacaklar.[18]
Kıyamet-saatinin kopacağı gün, suçlu-günahkarlar, tek bir saatin dışında (dünya hayatı) yaşamadıklarına and içer­ler.[19]
Bu konudaki ayet-i kerimelere dikkat edilirse, dünya yaşantısının süresiyle ilgili olarak verilen bütün cevaplarda kişilere göre değişebilen bir görecelik değil, genel bir or­taklık vardır.
"Bir saat veya bir saatten daha az."
Dünyada sadece bir saat veya bir saatten daha az ya­şadıklarını yemin ederek söyleyen bu insanlar, zaman konusundaki mutlak gerçeği kavrayan ve bu mutlak gerçeğe göre cevap veren insanlardır. Tabi ki onlar dünya yaşantı­sıyla ilgili bu zaman gerçeğini hesap gününde anlamalanna rağmen, muvahhid bir müslüman bu gerçeği dünyada kavrayan ve gerçek zamana göre bir saatlik gördüğü dün­ya yaşantısına bu bilinçle yaklaşan bir insandır.
Elbetteki sadece bu meselede değil, diğer bütün me­selelerde de muvahhid bir müslümanın yönelişi böyledir. Alemleri yaratan Allah(c.c.)'ın bildirdiği bütün gerçekleri, mutlak gerçekler kabul eden muvahhid bir müslüman, kai­nata ve bütün yaratılmışlara çelişkisiz olan bu gerçeklikten bakar. İlahi gerçeklere beşeri yama yapmaktan sakındığı gibi, İlahi olan bütün değerlere beşeri tanımlamalar getir­mekten de sakınır.
Muvahhid bir müslüman, alemşümul bir merkezden, alemlere bakan ve bütün gördüklerini, İlahi ve mutlak olan gerçeklere göre tanımlayan, bu gerçeklere göre yorumla­yan bir müslümandır.
Çünkü tevhidin gereği budur.
Tevhid, yegane yaratıcı olan Allah'ı zatında, sıfatla­rında ve fiillerinde birlemek, yaratılmışlara ise bütün bunlan yaratan Yaratıcının mutlak değerleriyle bakmaktır. Bu aydınlık bakış hem ferdi düzlemde ve hem de toplumsal düzlemde geçerlidir.
Netice olarak tevhidi dünya görüşü demek, dünyayı ve dünyanın içindekileri, bütün bunlan yaratan Allah (c.c.)'ın beyan ettiği gerçekler istikametinde bakmak, bu gerçeklere göre tanımlamak demektir.


       TEVHİDİ DAVET

"Türkiye'de din adına davet yapılıyor mu?" desek, bu soru birçoklarımızın tuhafına gidecektir. Çünkü yaşadığı­mız coğrafyada din adına birbiriyle çelişen birçok davetler­de bulunulmaktadır. Zaten halk kitlelerinin din gerçeğine karşı çelişkili anlayışlara sürüklenmesi, din adına yapılan bu davetlerden kaynaklanmaktadır.
Bu çelişkiler nasıl giderilecek, davette tevhid veya bütünlük nasıl sağlanacaktır? Tevhidi davet metoduyla ilgili olan bu sorulara, şimdi­lik iki başlıkta ve kısaca açıklık getirmeye çalışacağız.

Tevhidi Davette Açıldık Ve Anlaşılabilirlik
 

Yaşadığımız toplumda İslami davet metoduyla ilgili olarak imani meseleler üzerinde duran ve "Topluma Allah 'in varlığını anlatmalıyız" diyen kimseler bulunmaktadır. Sa­mimi olduklarına hüsnüzan ettiğimiz bu kimseler, tabiat olaylan ve yaratılışla ilgili meseleler üzerinde durarak "İlla Allah (Allah vardır)" tebliğini değişik boyutlardan yapmaya çalışmaktadırlar. Oysa ki bu gibi meseleler tevhidi teğlibin sadece bir cüzünü, bir bölümünü teşkil etmektedir. Bu bö­lüm, tevhidi tebliğden ayrı olmadığı gibi, tevhidi tebliğ sa­dece bu bölümden de ibaret değildir.
Nitekim herhangi bir insan yaratılışla ilgili bazı olay-lan görerek ve tefekkür ederek; "Allah vardır" dese, sade­ce bu ikrar ve bu inanç o insanı müslüman yapmaz. Daha önce de belirttiğimiz gibi müşrikler de yaratıcı olarak Allah'a inanmaktalar ve; 'Allah vardır" demektedirler. Müş­rik, Allah'a inanmasına rağmen Aliah'a eş koşan insandır.' Allah'a eş koşan bu insanın Allah'ın varlığına.olan imanı ister taklidi iman, ister tahkiki iman olsun bu insan müş­riktir ve İslam dairesinde değildir. Böyle bir insana "İlla Allah" tebliğinin değişik boyutlardan yapılması, o insanı İs­lam dairesine dahil etmeyecektir.
Tağutu ve tağuti görüşleri inkar ettirmeden, insanları Allah'ın varlığına iman ettirmeye çalışan ve bununla yeti­nen kimseler, açık bir şaşkınlık içindedirler. Böylesi davet­lerle karşılaşan ve bu davetleri kabul eden kimseler, ne ya­zık ki "Allah'a inanıp, tağuta kulluk yapan" kimselerdir. Nitekim tağuti sistemlerin böylesi davetlerden herhangi bir rahatsızlık duymamaları, hatta bu gibi davetleri ve davetçi-leri desteklemeleri bu nedenledir. Çünkü bu gibi davetler­de sadece Allah'ın varlığı anlatılmakta, insanları sömüren firavuniann sahte Hanlığına dil uzatılmamaktadır.
Zaten tağutlann ve müşriklerin istediği de bu değil midir?
Mekke müşriklerinin, Resulullah (s.a.v.)'e; "Senden sadece bizim ilahlanmıza dil uzatmamanı istiyoruz" şeklin­de bir uzlaşma teklifi götürmelerinin nedeni, aynı şeytani beklenti değil midir?
Resulullah (s.a.v.) tarafından reddedilen bu teklif, aca­ba sözü edilen çalışmalara yön veren ve kendilerine alim denilen bazı kimseler, bazı şaşkınla!, bazı sapıklar tarafın­dan kabul mü edilmiştir? Oysa Kur'an'ı Kerim'de peygam­berlerin neden gönderildiği zikredilerek, peygamber varisi olan alimlere, takip edecekleri yol açıkça beyan edilmekte­dir.,
Andobun, biz her ümmete; Allah'a kulluk edin ve ta­ğuta (Allah'tan başka her şeye) kulluktan kaçının (demesi için) bir peygamber gönderdik[20]
Nitekim kelime-i tevhid "La İlahe" ile başlamakta, ta­ğutu red ve inkar ederek temizlenen kalbe "İlla Allah" ger­çeği sunulmaktadır.
Tevhidi tebliğ, bu esaslardan kaynaklanan ve bu esaslara göre şekillenen tebliğdir. Tevhidi tebliğin günde­me gelmediği toplumlarda kimlerin müslüman, kimlerin kafir oldukları kesinlik kazanmış değildir. Çünkü müslü-manlık veya kafirlik gibi sıfatlar, hak tebliğe muhatap olan insanların, bu tebliğe karşı gösterdikleri ve gösterecekleri tavrın bir neticesi olarak o insanlara verilmektedir.
Müslüman, karşılaştığı hak tebliği kabul eden ve bu hakka teslim olan insandır. Kafir ise, hak tebliğle karşılaş­masına rağmen bu hakkı örten, bu hakkı gizleyen ve bu hakkı inkar eden insandır. Tevil ve tahrif edilmiş gayri İsla-mi tebliğle karşılaşan insanlar, bu tebliği kabul etmekle İs­lam'a göre müslüman olmayacakları gibi, bu tebliği red­detmekle de İslam'a göre kafir olmazlar. Her iki durumda da gayrimüslimdirler. Kafir kabul edilip tekfir edilmeleri veya müslüman kabul edilip cennetle müjdelenmeleri caiz değildir.
Bizlerden istenilen ve bizlere emredilen yükümlülük, bu insanları tevhidi tebiiğ ile yüzyüze getirmemizdir. Politi­ka veya din adına hergün değişik şeytani tebliğlere muha­tap olan insanlar, tevhid gerçeğine, tevhidi tebliğe muhtaç olan insanlardır.
Bu tebliğin açık, apaçık yapılması gerekmektedir. Henüz alfabeyi bilmeyen insanlara B harfini anlatmak için, "A harfinden sonradır, C harfinden öncedir.." gibi dolaylı yollara başvurmak, bu insanlar için kesinlikle yeterli olmayacaktır. Tevhidi gerçeklerin hem kavram ve hem de pratik düzlemde müşahhaslaşması gerekmektedir. Mesela "İlah" kavramını ve yaşadığı toplumda kendisine hangi mercilerin ilahhk tasladığını bilmeyen bir insan, kelime-i tevhidin gereği olarak neleri tasdik edip, neleri reddedece­ğini nasıl bilecektir?
Bunlar açıklanmadan tevhidi bir davette açıklık ve anlaşılabilirlik nasıl sağlanacaktır?
Oysa İslam,
kelime-i tevhid, kelime-i şahadet ile başlamaktadır.. Günümüz insanlarına bu gerçeklerin açık, apaçık bir şekil­de anlatılması gerekmektedir.

İslam'ın İlk Şartı Olarak Kelime-İ Tevhid
 

Herhangi bir insanın İslam dinine girmesi için keli­me-i şahadet esas alınmıştır. Bir insanın müslüman olması için "La ilahe İlla Allah Muhammedun Resulullah" buyru­ğunu anlamıyla beraber, anlamıyla beraber, anlamıyla beraber tasdik ve ikrar etmesi gerekmektedir.
Anlamıyla beraber ifadesini tekrar etmemin nedeni, bu anlamın birçok yerde, birçok tebliğde gözardı edime sindendir. Halkında müslüman olan birçok ülkede kelime-i şahadet, ifadesi malum, manası meçhul durumdadır. Her gün yüzlerce kez kelime-i şahadet getiren binlerce insan dahi, bu ifadenin yüce anlamından ne yazık ki uzaktırlar.
"Allah'tan başka İlah yoktur ancak Allah vardır ve Muhammed (s.a.v.) Allah'ın Resulüdür" ifadesi ne demek­tir?
Bu ifadeyi tasdik eden kimseler, neyi tasdik etmekte­dirler?
Kelime-i şahadette "La ilahe" yani "(Allah'tan başka) İlah yoktur" ifadesine neden gerek duyulmuştur? 
Neden sadece; "Allah vardır ve Muhammed(s.a.v.) Alİah 'in Resulüdür" denilmemiştir?.
Allah'tan başka İlah var mıdır ki, şanı yüce Rabbimiz Allah (c.c.) bizleri "La ilahe" (Allah'tan başka İlah.yoktur) buyruğuna davet etmektedir?
Allah'tan başka İlah olmadığına,
Allah'tan başka İlah olamayacağına göre "La ilahe buyruğunu tasdik ve ikrar etmemiz neden emredilmiştir?. İşte bu sorulann cevabını aramamız, bizleri kelime-i şaha­detin yüce anlamına götürecektir.
Bütün kainatta, bütün alemlerde Allah'tan başka İlah yoktur gerçeğine rağmen, yaşadığımız dünyada tahakküm ettikleri insanlara ilahhk taslayan, kendilerini ilahlaştırmaya çalışan firavunlar bulunmaktadır. Nitekim kelime-i şahadet­teki "La ilahe" buyruğu ile gerçekten İlah olanlar değil, kendilerini ilahlaştırmaya çalışan bu müstekr-Tİer, bu tağutlar inkar edilecektir.
Peki, bir mahluğun ilahlaşmaya çalışması veya insan­lara ilahhk taslaması ne demektir?
Milyonlarca insanın kabul ve tasdik ettiği gibi herşeyi Allah (c.c.) yaratmıştır. İnsanları yaratan Allah (c.c), insan­ları dünya yaşantısında kendi zatından habersiz bırakma­mış ve bu insanlara peygamberler göndererek nasıİ ve ne şekilde yaşamaları gerektiğini kendilerine bildirmiştir. Bildi­rilen bu hükümlerle insanlara bir yol, bir dünya görüşü, bir yaşam biçimi ve en özlü ifadesiyle bir din sunulmakta­dır. Allah'ın razı olacağı dini, yani İslam'ı yaşayan toplum­larda, Allah'ın hükümleri karşısında herkes eşittir. Bu hü­kümlerden muaf tutulan ayrıcalıklı veya dokunulmaz bir sınıf yoktur.
Peki bu durumdan herkes memnun mudur?
Elbetteki değildir!.
İnsanları ezmek ve sömürmek isteyen müstekbirier bu durumdan hiç memnun değillerdir. Çünkü İlahi hükümlere göre insanlan ezmeleri, insanları sömürmeleri müm­kün değildir. Bu durumda yapacakları iş, kendi çıkar ve menfaatlerine dokunan İlahi hükümleri tevü ve tahrif et­mek ve yaşam şeklini belirleyen yeni hükümler koymak, yeni kanunlar çıkarmaktır.
Allah'ın hükümlerine rağmen yaşam şeklini belirleyen yeni hükümler koymak, yeni kanunlar çıkarmak ne demektir?
Allah (c.c.) böyle bir yetkiyi kime vermiştir?
Okuduğu Kur'an'ı Kerim'i anlamaya çalışan herkesin bildiği gibi, Allah (c.c) böyle bir yetkiyi peygamberlerine dahi vermemiştir. Çünkü insanların nasıl ve ne şekilde yaşayacaklanna dair mutlak hükümler vazetme yetkisi sade­ce ve sadece Allah (c.c.)'a,,aittlr. Hiçbir insana verilmeyen bu yetki, hiçbir insana tanınmayan bu hak, sadece ve sa­dece Allah'ın hakkıdır. Daha açık bir ifadeyle böyle bir yetki veya böyle bir hak, İlah olmakla ilgili bir hak olup, yegane İlah olan Alİah (c.c.)'ın hakkıdır.
İnsanların nasıl ve ne şekilde yaşayacakîanna dair hü­küm vazetme meselesi, İlah olmakla ilgili bir mesele ise, bilerek veya bilmeyerek insanları aldatan din adamla­rına
ve aldatılan bütün şaşkınlara soruyoruz., İnsanların nasıl ve ne şekilde yaşamalan gerektiğini beyan eden Allah'ın hükümlerine rağmen, kendi çıkar ve menfaatlerine uygun şeytani hükümler vazeden, Allah'ın helal dediğine haram, haram dediğine helal diyen bu fira­vunlar kimdir?
İnsanların nasıl ve ne şekil yaşayacakîanna dair hü­küm vazetme meselesi, İlah'hkla iigili bir mesele olduğuna göre bunlar İlah mıdır?
Bağırsaklarında pislik taşıyan bu mahluklar, elbetteki İlah değildir. Ne var ki İlah olmayan bu firavunlar, İlahlıkla ilgili meselelerde hüküm vazederek ilahlaşmaya çalışmak­talar ve tahakküm ettikleri insanlara ilahlık taslamaktadır­lar.
İşte ilahlaşmaya çalışmak veya insanlara İlahlık tasla­mak budur. Bu anlaşıldığı zaman, "La ilahe (Allah 'tan baş­ka İlah yoktur)" hükmünün vazedilme nedeni ve hikmeti daha iyi anlaşılacaktır.
Bizleri bu hükme davet eden Rabbimiz, bizlere bu hükmün gerektirdiği tavrı emretmektedir. Bu hükmün ge­reği ise ilahlaşmaya çalışan, insanlara ilahlık taslayan fira­vunların red ve inkar edilmesidir. Kelime-i şahadette yer alan "La ilahe" buyruğu bunu gerektirmektedir.
Herhangi bir insanın İslam dinine girebilmesi için; kendisine ilahlık taslayan bütün firavunları,
ilahlaştmlmaya çalışan bütün putları.. "La ilahe" buy­ruğu ile inkar etmesi, bu inkardan sonra "İlla Allah" diye­rek alemlerin yegane yaratıcısı olan Allah (c.c.)'a yönelme­si ve 'Muhammedun Resulullah' buyruğu ile Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.)'i Resulullah olarak, bir önder ve bir örnek olarak kabul ettiğini ikrar etmesi gerekmekte­dir.
Kelime-i şahadetin manasını bilmeden, bunun gerek­tirdiği tavm idrak etmeden, bu kelimeyi telaffuz eden her­kesi müslüman kabul edebilmemiz mümkün değildir. Çün­kü günümüzde yaşayan birçok firavun bile kelime-i şahadeti telaffuz etmekte ve müslüman olduklarını ileri sürmektedirler.
Kelime-i şahadeti telaffuz etmelerine rağmen firavun-laşan ve firavunlara kulluk yapan kimseler müslüman değildirler. Bu kimseler namaz da kılsalar, oruç da tutsalar, hacca da gitseler ne yazık ki müşriktirler. Çünkü kelime-i şahadet sihirli bir söz veya büyülü bir kelime değildir ki, bu sözü söyleyen kimseyi kendiliğinden mü'min yapabil­sin!. Oysa büyüden ve sihirden münezzeh olan kelime-i şahadetin; insanların inançlarına, yaşantılarına, fiillerine müdahale eden yüce bir anlamı vardır. Netice olarak keli­me-i şahadeti bu yüce anlamıyla kabul ve tasdik eden bir insan, kurtuluş yolcusu bir müslüman olabilmektedir.
Tevhidi davet, bu istikamette ve bu anlamda yapılan bir davettir. Davetin Özü, birliğe ve bütünlüğe dayanmaktadır. Allah'tan başka mercilere yapılan davet, kime yapı­lırsa yapılsın tevhidi bir davet değildir. İnsanlann kulluk ba­zında davet edildikleri merci ister bir politikacı, ister salih veya sapık bir şeyh olsun, böyle bir davet İslami değildir.
Çünkü İslam'a göre Resulullah (s.a.v.) dahi, insanlar, ken­disine davet etmekten nehyedilmiş ve böylesi davetlerin şirk olduğu beyan edilmiştir.
Sen Rabbine çağır ve sakın müşriklerden olma. (Kassas 87)
Mehmed Alagaş

21 Eylül 2011 Çarşamba

Şeytanın egemen olduğu merkez

Allah bildiği bir sır gereği insanoğluna azılı bir düşman musallat etmiştir.Bu düşman,insanı helak etme yollarını çok iyi bilen,kötülük yolunda uzmanlaşmış,deneyimli,hırslı,uyku ve uyanık halinde bile görevden vazgeçmeyen,bıkıp usanmayan bir düşmandır.
İnsan oğlunu bilgi ve imandan uzaklaştırmak ister.Şeytanın temel hedefi budur.Bu hedefe ulaşmayı başardığı zaman insanın ilahi gerçekleri inkar etmesini sağlamış olur.Böylece hedefine ulaşan şeytan artık o insanla uğraşmaktan vazgeçer.
Eğer şeytan bu temel amacına ulaşamazsa hidayet yoluna giren insanın inkardan sonra gelen '''bidat'''' yoluna sapması için çalışır.Bidat yolu şeytan için günah yolundan daha sevimli bir yoldur.Zira mümin tovbe ederek kolaylıkla günahlardan dönebilir ama bidatten dönmesi daha zordur.Çünkü bidat yoluna sapan kişi doğru yolda olduğuna inanır.
 Bazı islam büyüklerinden rivayet edildiğine göre şeytan şöyle söyler : '' Ben insanoğlunu günahlarla perişan ettim.Onlar ise günahlardan tovbe ederek tevhid kelimesi ile beni perişan ettiler.Bunun üzeri,ne onlar arasında zevk aldıkları şeyleri yaymaya başladım.Artık onlar zevk uğruna günah işliyorlar ve bundan tovbe etmiyorlar.Çünkü güzel şeyler yaptıklarını sanıyorlar.''
Şeytan bu planda da başarılı olamazsa,büyük günahları işletmeyi amaçlayan üçüncü planı uygular.
Eğer bunda da başarılı olamazsa dördüncü plan olan küçük günahları işletmeye çalışır.
Buda işe yaramazsa beşincisi olan insanı daha yararlı olanı olanı terk ettirip daha az yararlı olan şeylerle meşgul etmeyi esas alır.
Şeytan beşinci planda da başarılı olamazsa son olarak altıncıyı devreye sokmaya hazırlanır.Bu plan şeytanın diğer beş tuzağından kurtulan müslümana eziyet edecek,aşağılayacak,onu şaşkına çevirecek,duygu dünyasını çökertecek,aklını başından alacak şeytan gruplarını onun üzerine musallat etmesidir.Bu planın amacı ise müslümanı derinden üzmek ve kalbini ilim irade ve diğer hayırlı amellerden uzak tutarak onu meşgul etmektir..
Bütün bu planlardan haberi olmayan düşmanını tanımayan ve korunma metodlarını bilmeyen bir kimse şeytandan korunamaz.Şeytanla mücadale etmek ancak bilgi ile olur.Bilgisizler bu büyük mücadeleden ve tehlikeden habersizlerdir.
''Gerçekten nefis,Rabbinin merhameti olmadıkça var gücüyle kötülüğü emreder.''